28 Haziran 2012 Perşembe

Signal The Firing Squad - Abnegate

Haziran ayının bünyemizi bolca deathcore tonuyla doyurmuş olması, baştan sona çılgınlar gibi sert bir yaz geçireceğimizin müjdesi gibi oldu. Halihazırda mevsimi ortalamışken böyle ağır tokatlık albümler iyiden iyiye sarsılmamıza yol açsa da, sıcakların getirdiği bunaltıcı havayı en azından zihinde bir miktar dağıttığını söylemek gerek. Madem ki güneşin ta alnındayız, kıtalar ötesi Avustralya'nın en tatlı bölgelerinden birinde, Sunshine Coast yamacında çılgın atan deathcore çocukları Signal The Firing Squad ile sizleri buluşturayım. 


2009 yılında müzikal anlamda yola çıkıp kendi bölgelerini baştan aşağı yeterince taradıktan sonra, en nihayetinde 2012'nin Haziran'ında debut albümleri Abnegate piyasaya RTD Records etiketiyle sürüldü. Yaklaşık 9-10 aylık bir çalışmanın ürünü olan albüm, birbirinden hayvani 10 parça ile deathcore'un her türlü açıdan icrasını gerçekleştirmiş. Toplam süresi 40 dakikaya epey yakın olunca, albümün ne kadar doyurucu olabileceğinin ipucu verilmiş oluyor bir nevi; ammavelakin kullandıkları ince ayrıntılarla da underground dinleyici kitlesini etkilemekte pek zorlanmayacakları aşikar. Avustralyalı beşlinin etkilendiği gruplar arasında Beneath The Massacre ve yakın zamanda -ne yazık ki- beyaz bayrağı kaldırmış olan Molotov Solution'un bulunuyor olması bile zevk anlamında donanımlarının ne denli güçlü olduğunun bir göstergesi bana kalırsa.

Abnegate albümlerini yalnızca deathcore janrıyla sınırlamak büyük haksızlık olur, zira özellikle djent, progressive ve metalcore ayarında da oldukça çeşitli örnekler sunuyorlar. Örneğin "Inearthed" adlı parçalarında -ki albümün en uzun 2. parçası olmakta- yaklaşık olarak son iki dakikası hafiften djent tonlarına yakın riff'ler ve inişli çıkışlı davullarla şenleniyor. Enerjiyi damarlarınızda akan o asil kanda dibine kadar hissediyorsunuz; sanki avuçlarınızda sıkı sıkı tuttuğunuz bir beyzbol sopasını derme çatma bir kapıya tüm gücünüzle indirdikçe indiriyormuşsunuz gibi... Belki biraz vahşice, çok sertçe fakat canice değil! Albümde ayrıca "Pillars of Creation" gibi olağandışı bir interlude mevcut ki derin derin Veil Of Maya dalgası hissediliyor pasajda. "Goddess of Retribution" ve albümün en uzun parçası "Bloodlines" cayır cayır gitarların bünyeleri altüst ettiği, "Into The Mouth of The Leviathan", "Abominator"  ve "Human:Redefined" ise breakdown'ların coşum coşum coşturduğu albüm yıldızları. Hatta bana kalırsa albümün en acayip, en kafa koparıcı parçası "Abominator"; zaten Despised Icon'un gülü Alex Erian da vokalleriyle Nathan'a muazzam şekilde eşlik etmiş; parça açık açık headbanger'ların kanser ilacı olabilecek kadar harikulade bir fon müziği sanki. İşte o olay  parça : 

Baştan sona dinlendiğinde fenafillah bir kudret dolduran, gazın dirhem dirhem iliklerinize kadar işlediği bomba gibi bir albüm Abnegate. Size tavsiyem, tükenmeden alın; hatta tükense de bir yerlerden bulun, alın. 'Almak' fiilinden kastımı anlamışsınızdır, kıps. 

Hoşçakalınız!

Orijin : Sunshine Coast, Avustralya
Janr : Deathcore
Kalite : MP3, 320 kbps

Parça Listesi :
1. Abnegate
2. Abominator (Ft. Alex of Despised Icon)
3. Human:Redefined
4. Pillars Of Creation
5. Bloodlines
6. Goddess Of Retribution
7. The Ancients
8. Into The Mouth Of The Leviathan (Ft. Daniel of Boris The Blade)
9. Inearthed
10. Synapse Failure

23 Haziran 2012 Cumartesi

Death Of A Salesman - The Art Of Misdirection

Yaz döneminin en sıcak günlerine hafiften geçiş yapmaya başladığımız şu aralıkta, içimizi bir tutam olsun serinletebilecek her şeye açığız elbet. Müzikal açıdan da çılgınlar gibi bir potansiyel mevcut bunun için; hani nerdeyse akın akın geliyorlar diyeceğim, hiç de yanlış olmayacak. Durum böyle olunca algıda seçiciliğin algıda sıçıcılığa geçiş yapmaması gerekiyor ki bünyelerimiz kaliteli, keyifli ve bir o kadar da etkileyici eserlerle tanışıklığını sürdürsün. Yoksa böyle bir ortamda havuzun yeni yapım çöplüğüne dönüşme olasılığı da hiç az değil, ancak bu blog'un hiç olmazsa böyle bir durumu ortadan kaldırabileceği aşikar. Misyon olarak en iyileri sizlerle buluşturmayı belirlemiş bir yazarın elinden çıkıyor nitekim tüm bunlar, doya doya sömebilirsiniz. Afiyet bal şeker olsun.


Bugün Belfast'tayız genşler; Kuzey İrlanda'nın Avrupa Şampiyonası'nda tokat manyağı olmasından sonra ülkeyi zaten pek de fazla ilgilendirmeyen metal müzik sahnesinde yeni bir topluluğumuz var : Death Of A Salesman! Esasen 2010 yılında kurulmuşlar, ancak debut albümleri olan The Art Of Misdirection ancak bu senenin yaz başını bulmuş. Sağlık olsun, geç olsun ama güç olmasın demiş atalarımız. Sonuç itibariyle bolca kafa yorulmuş ve uğraşılmış bir albüm ortaya çıkarmışlar, buna bakarak aslında "güç" olmuş gibi durduğunu da söyleyebiliriz. 2011'in Ocak ayında çıkardıkları ilk demolarından sonra baya tutuldular ki konserlerde turlarda baş göstermekten debut albümlerinin kaydına zor da olsa Kasım 2011'de girişebildiler. Ama sonuç işte burada, "The Art Of Misdirection" tabiri caizse hayvanlar gibi sert bir albüm olmuş. 

Deathcore ile metalcore arasındaki kalın ama -hala- pek kolay ayrılamayan çizginin bir öbür tarafındalar, bir diğer tarafındalar. Albümdeki 10 parçanın her birinde rutine bağlamak istemeyen, ciddi ciddi stabilizasyon karşıtı deneysel bünyelerin ürünlerini görüyoruz. Örneğin "The Things We Own" adlı parçalarının intro kısmında Dave Jackson ve Pete Craig'in gitar tonları sanki bir screamo havası, sanki bir experimental mathcore derinliği taşıyor. Bir Norma Jean ile  Emmure içiçe geçmiş gibi, çoğacayip gerçekten. Vokalde Aidan Thompson inceden kalına, inhale'den exhale'e çılgın atarken parçaların trafiğine de ciddi etki yaratıyor. Bunun en sağlam örneklerinden biri albümün kapanış parçası "Checkmate", verse 1 kısmında Aidan'ın çığlıkları tizden giderken nakarat kısmında birden exhale'e dönerek bodoslama bir deathcore tokatı bindiriyor. Ancak parça sonlarına doğru fenalar fenası bir distortion akışkanlığına bürünerek  duygu sağanağı ile kapanacak diye düşündürürken, yine başka bir hayvanlık karşınıza çıkıyor ve deathcore-vari bir breakdown ile noktayı koyuyorlar. 

Ayrıca basta David Harvey ile davuldaki Pete Sweeney'in uyumlarından söz etmemek olmaz; zira deathcore için oldukça önemli bir öğe olduğunu söylememe gerek yok sanırım. Ammavelakin bu ikilinin parça trafiklerindeki kick-bass bindirmeleri özel efektlerle öyle güzel hale getirilmiş ki, parçalarda kulağınıza -illa ki- çarpacak olan ani geçişlerde bir nevi bomba etkili drum boost'ları serpiştirilmiş durumda. Bu tip efektleri çoğu grup kullanmaya başladı, ancak bu adamların kullandıkları "ölçü" son derece hoşuma gitti. Bu patlamalara örnek olarak "Dr Jekyll/Mrs Hyde" , "Escape From Ravenholm" ve "Danger Close" parçalarını gösterebilirim; ancak tabi albümün geri kalanında daha neler neler var, dinlemeden asla bilemeyeceksiniz! 

Sürprizlerle dolu bu albümü mutlaka edininiz, siz dinlemeseniz de başkalarına dinletiniz, neden böyle bir manyaklık yapasınız bilmiyorum ama siz yine de bana güvenin. 

Hoşçakalın.


Orijin : Belfast, Kuzey İrlanda
Janr : Deathcore, Metalcore
Kalite : MP3, 320 kbps


Parça Listesi :

1. Emergency Broadcast
2. Digital Graveyard
3. Dr Jekyll/Mrs Hyde
4. More Secrets Than Naska
5. Danger Close
6. Escape From Ravenholm
7. Tear Down Everything
8. The Masquerade
9. The Things We Own
10. Checkmate 

13 Haziran 2012 Çarşamba

Make Them Suffer - Neverbloom

Dünyayı karış karış gezmişiz gibi hissediyorum bazen (çoğul özne kullanmamın sebebi de yalnız dolaşmadığımı bilmem), hani şöyle 1-2 meridyen bile değişince evvelinde var olan tüm hava ardımızda kalıveriyor ve her yeni 'şeyin' takibi zorlaşıyor. Müzik için de bu elbette geçerli, etnik öğelerin ne kadar ayırt edici olabildiğini açıklamama gerek yok sanıyorum. Ancak, konu metal müziğe geldiğinde ise içeriği toprağa göre kategorize etmek alabildiğine zorlaşıyor. Mesela futbolun beşiği dediğimiz İngiliz coğrafyasından Architects gibi bir metalcore devi çıkabiliyorken, aynı topraklar Coldplay gibi melankoli sağanaklarında sizi yüzdüren bir gruba da ev sahipliği yapabiliyor. Çeşitlilik güzel şey vesselam.
Avustralya bölgesini ise pek sevdiğimiz, canımız, kanımız Parkway Drive'ımızdan gayet iyi bir şekilde hatırlayacağız; zira kendileri büyük rol oynamıştır bizim o coğrafyayı ve insanını sevebilmemiz -veyahut en azından sempati besleyebilmemiz- konusunda. Şimdi ise, 2012 yılının ca'nım Mayıs ayında yepyeni bir sebep daha doğdu bize : Make Them Suffer ! Tipik Roadrunner Records gruplarından net bir şekilde sıyrılabilecek sound'larıyla şimdiden Avustralya'nın batı yakasını bizlere yakınlaştırmaya başladılar bile. 2011'de çıkardıkları ilk EP'leri olan “Lord Of Woe”  da büyük bir sansasyon yaratmıştı, zira symphonic deathcore çok sık rastlanabilecek bir janr değildi  -ki hala da öyle- ve bu nadir ortamda harikulade bir kayıt ortaya çıkmıştı. Fakat "Lord Of Woe"nun en az 2-3 gömlek üstünde bir debut albüm Neverbloom. Senfonik öğeleri deathcore'a yedirmek belki bir iki klavye efektine bakıyor gibi görülebilir; nitekim klavye veya synth kullanan metal gruplarının sayısı hiç de azımsanacak seviyede değil. İşte burada bir Make Them Suffer farkı çılgınlar gibi göze çarpıyor : prodüksiyon! 


Grubun klavyecisinin Louisa Burton adlı bir hatun olması esasen bir şey değiştirmiyor (!) denilebilir, tamam bu dediğime ben bile inanmamış olabilirim, ancak değinmek istediğim nokta o değil. Bir deathcore/death metal bazlı sound için oldukça akıcı trafiklere sahip parçaları mevcut; örnek vermek gerekirse, belli periyotlarda -yine Louisa'nın olmak üzere- clean vokallere bağlaması ("Neverbloom" gibi), klavye armonileri üzerine kafa koparıcı breakdown'lar bindirerek sergiledikleri enteresan metalcore yaklaşımları  ("Elegies", "Morrow" ve "Weeping Wastelands" gibi), bolca kullanılan bass drop'lar, hiç çekinmeden yardırılan clean ve akıcı pasajjlar... Şimdi sizle sadece Neverbloom klibini paylaşsam dahi yeterli heyecanı sağlarım, bundan son derece eminim : 



Özellikle "Weeping Wastelands" outro'su itibariyle tek kelimeyle ibretlik diyebilirim, tabi aynı derecede ibretlik olan bir sonraki parça "Widower" da bir başka/bambaşka sarsan intro'su itibariyle kesinlikle es geçilmemesi gereken bir hadise. Widower'da bulunan 02:57-03:29 arası breakdown için söyleyebileceğim tek şey : EPİK ULAN! Adı gibi kuyuya benzer şekilde sizi içine çeken "The Well" ise, hem breakdown hem de bastırdıkça bastırdığı gerilim efektleri açısından oldukça sağlam. Albüm geneline baktığımda, vokal Sean Harmanis her şeyden ayrı ve gayrı olarak olağanüstü bir performans sergiliyor; gerek brutal, gerek scream, hatta bir yerde inhale bile fark ettim, yani her türlü yardırıyor adam. Tutmak mümkün değil, çok sarsıcı. 10 üzerinden 1000 diyeyim, siz anlayın. 

Kısacası, senfonik death konseptinde bana göre muazzam, aşmış bir eser Neverbloom. Her arşivcinin, o olmadı her metalhead'in, o da olmadı her yenilikçi metalhead'in masaüstünde veyahut bilimum klasörlerinde yer etmesi gerektiğini düşünmekte çok haklıyım. Dinleyince bana hak vereceksiniz zaten, vermezseniz de ben alırım o hakkı, dert değil. Çünkü naçizane ancak bir o kadar iddiali görüşüm, bu albümün 2012 yılının en iyi 3 albümünden biri olduğu yönünde. Dinleyiniz, dinletiniz; arabada, metroda, bulduğunuz her yerde çalınız, çaldırınız.
Hoşçakalın.
Orijin : Perth, Western Australia
Janr : Symphonic Deathcore
Rating : 10/10

Parça Listesi :
1. Prologue
2. Neverbloom
3. Morrow 
4. Elegies
5. Malestrom
6. Oceans Of Emptiness
7. The Well
8. Weeping Wastelands
9. Widower
10. Chronicles