23 Şubat 2012 Perşembe

My Heart To Fear - Into The Maelstrom

10 günlük bir aranın ardından tekrar karşınızdayım. Daha hiçbir yayımcı firma ile anlaşmadan metalcore piyasasına bodoslama bir giriş yapan Pennsylvania'lı grup My Heart To Fear, debut albümleri Into The Maelstrom ile sayfamıza konuk oldu. Grubun uzun süreli bir geçmişi olmamasına rağmen başlangıç elemanlarıyla şu anki durumlarına kavuşmaları, gerçek anlamda bir başarı öyküsüne ev sahipliği eder bana kalırsa. 2012 Şubat'ı itibariyle yayımladıkları ilk albümlerinde de metalcore içindeki tüm melodik, progresif, kaotik öğeleri bir fırtına kadar agresif bir kakafoni ile harmanladıklarını söyleyebilirim. 

Albüm bomba gibi bir "Blood Money" ile açılıyor; bu sarsıcı keşfi synth destekli efektler, olağanüstü bir breakdown ve çılgın atan bass soloları ile donatarak 3 buçuk dakikalık bir parçanın ne denli coşabileceğine tanıklık ediyoruz. Esasen albüm genelindeki vokal dinamikleri oldukça dalgalı; Trevor Pool'un kirli scream'leri ve kesinlikle detone olmayan clean'leri olaya farklı bir derinlik katıyor. Bu parça için değinilebilecek diğer önemli nokta ise, Trevor'un kardeşi basçı Taylor Pool'un da ders niteliğindeki armonileri. Dinleyince bana hak vereceksiniz, tek kelimeyle etkileyici!

Ardından gelen "Encased In Glass" ve "Life Under The Stairs" son derece enerjik ve synth coşkulu çalışmalar, özellikle breakdown'ların ve gitar sololarının efektlerin üstüne bindirilmesi çok estetik gözükmekte. Öte yandan "Life Under The Stairs" outro'su itibariyle flip-flop metalcore trafiğine göz kırpıyor, gitarların tonları kesinlikle tüyleri diken diken etmekte! Albümün en uzun parçalarından biri 4. sıradaki "Misery Lights" ise clean öğelere en fazla sahip olan parça denilebilir. Ancak bu noktada da güçlü breakdown'lar ve deathcore öğelerine hafifçe dokunduran trafiklerden vazgeçilmiyor. Adamlarda her şey var, dinamizm böyle bir özellik işte. 

"Into The Maelstrom" açılış breakdown'ı ile dinleyiciyi derinden yokluyor, uzun bir breakdown trafiğinden sonra gelen clean nakarat ise bir nevi pastanın üstüne krema sosu oluyor. Gitarda Dale Upright'ın soloları ise takdire şayan, parçanın içinde kamaşıyor kesinlikle. "The Witching Hour" grubun ilk video klibine sahiplik eden parça ve kendilerini tanıtmak için başvurulabilecek en iyi kaynaklardan biri olabilir. Bu sebeple alttaki linkten o malum klibi izleyebilir, özellikle gitarlara ağzınız açık bir şekilde bakakalabilirsiniz :


"Legends Never Die" ne kadar breakdown'ları ile öne çıkıyorsa, peşinden onu izleyen "Hell Or High Water" ise çıldırmış armonileriyle adından söz ettiriyor. "Hell Or High Water" sonunda diyorsunuz ki, metalcore efektlerle daha güzel, synth breakdown'larla çok daha güzel, bu kesin.  Parçanın akış itibariyle The Word Alive’ın son albümlerindeki “2012”si ile hafiften bir benzerliği söz konusu olsa da, andırmaktan öteye gitmiyor elbet. 

Sondan bir önceki parça "Dear Mr. White" ise, inişli çıkışlı trafiklerin breakdown'ın ta kendisine de tam kıvamında uyarlanabileceğini gösteriyor. Albümün kapanış parçası "Whore De Culture" öncesinde iyice çılgına bağlıyoruz, zira son parça hem en uzun hem de bana göre en bomba parçası grubun. Clean vokallerin breakdown içinde nasıl eseceğini, rüzgarıyla usul usul alıp götüreceğini gösteren nadide bir eser. Yine ve yine, Taylor'un baslarına, Dale'in gitarlarına, Luke'un china zillerine, Trevor'un duygu patlaması yaşatan vokallerine DİKKAT!

Bana kalırsa bu sene içinde bu tarihe kadar dinlediğim en iyi albüm oldu "Into The Maelstrom" ve bir süre daha böyle süreceğe benziyor. Mutlaka arşivlerde yer edinmesi gereken bir çalışma olduğunu söyleyerek aranızdan ayrılıyorum. Ve şunu da unutmayın ki, onların da "Whore De Culture" sonunda dedikleri gibi;

 "We tried so hard to make it on our own, but I know we weren’t made to live and die alone"



Parça Listesi :

1. Blood Money 
2. Encased In Glass 
3. Life Under The Stairs 
4. Misery Lights 
5. Into The Maelstrom 
6. The Witching Hour 
7. Legends Never Die 
8. Hell Or High Water 
9. Dear Mr. White 
10. Whore de Culture 

13 Şubat 2012 Pazartesi

Like Vegas - Machines [EP]



Amerika'nın en küçük ikinci eyaleti olan Delaware'den yola çıkmış 5 gencin (hatta çocuğun) hikayesi Like Vegas; metalcore'un bu toprakların adım adım her karesine işlemiş olduğunu da gözler önüne seren müzisyenler. Garip gelmesin size, doğuşu bu kıtada olduysa kerameti de (büyüsü mü demeliydim?) burada daha fazla sanki. İşte bu nitelikli yörenin nitelikli grubu Like Vegas, Şubat ayının başlangıcı itibariyle ilk uzun metrajlı EP'leri olan "Machines"i yayımladı ve bir anda ilgiyi üzerine çekmeyi başardı. Çok acayip bir enerjilerinin olduğu kesin, ancak "metalcore" denen janrın da dibini görmeyi ve bizlere göstermeyi amaç edindiklerini de anlayabiliyoruz buradan. Çok  akıcı, çok tempolu, bol breakdown'lu ve çılgın riff'lerle bezenmiş trafikler arasında kaybolmadan zıplayabiliyorsunuz; zaten işin zevki de bu olsa gerek, enerji patlamalarını yaşa(t)mak!

Djentvari bir açılışa sahip "The Further", yolun devamını metalcore çerçevesine sığdırarak bizleri şaşırtırken hemen ardından gelen "Street Fight" ise muazzam bir breakdown ile başlayarak dinleyiciyi kolaylıkla çıldırtmayı başarıyor! Özellikle clean vokallerde gitarist Donovan Janus'un ses tonu çok etkileyici, esas vokal Dan Roe ise enerjisini performans sergilediği her saniyeye sığdırıyor. Bazı parçalar vardır, tarzın aslı için örnek gösterilebilecek tipte bir ayara sahiptir; işte o şarkılardan biri "Street Fight" olabilir bana göre. 

Sonraki parçalar "Is Anyone Up" ve "King of the Kill" de breakdown bakımından bize oldukça çeşitli öğeler sunmakta; hatta biri bitmeden ötekinin başladığını ve bu başdöndürücü trafikte kendinizi kaybetmenize ramak kaldığını söylemem hiç yanlış olmaz. İşbu konuda da "King of the Kill" kesin ve net bir örnek teşkil edecektir, parçada kaç farklı breakdown olduğunu ben sayamadım açıkçası. Zira dinlerken aldığım keyif tüm istatistiki bilgileri önemsiz kılıyordu; parçanın linkini de sizlerle aşağıda paylaşıyorum ki heyecanınız bir kaç adım öteye taşsın :


Joshua Watts'ın clean vokallerde eşlik ettiği "Pathfinder" ve daha çok post-hardcore tadı veren "Thick As Thieves" ile bu enteresan yolculuk devam ederken, kapanış ise droplu basları ve punk ritmleriyle  kitleleri baştan çıkaran "Superhuman" ile yapılıyor ki bu parçanın kapanışında patlayan breakdown son derece sarsıcı ve kaliteli!

Değişik tatları tek bir kayıtta dengeli bir şekilde birleştirebilmiş olmaları hem elemanların yeniliklere açık olduğu izlenimini vermekte, hem de müzikalitelerinden hiçbir şekilde ödün vermeyerek kendilerini daha da ileri taşıyacakları ışığını göstermekte kesinlikle. Machines EP'sinin şimdiden 2012'nin en afili kayıtları arasına girmiş olduğunu da belirterek bir sonraki makalede görüşmek dileğiyle, esen kalın diyorum. Güzel günler sizinle olsun.




Parça Listesi :
1. The Further
2. Street Fight
3. Is Anyone Up
4. King Of The Kill
5. Pathfinder
6. Thick As Thieves
7. Superhuman


4 Şubat 2012 Cumartesi

Bleeding Through - The Great Fire

Yıl olmuş 2012, artık neredeyse 12. müzik yıllarını tamamlayacak olan Bleeding Through'yu tanımlama ihtiyacı duymuyoruz haliyle. Fakat 7. stüdyo albümleri "The Great Fire" kesinlikle özel bir parantezi hak ediyordu, biz de hak ettiğini vermek için buradayız!

Bilirsiniz, BT'nin sound yapısında en çok öne çıkan senfonik öğelerdi ve bunu sağolsun klavyenin başındaki Marta Peterson 2003 yılından beri muazzam bir şekilde sağlıyordu. Ancak bu kez, varolan senfonik kakafoniye bir de gitarların ton uyumu eklenince ortaya çok daha lezzetli bir yapım çıkmış olduğunu gördük. Bu cümleden daha önceki çalışmalarında hep uyumsuz gitarlar söz konusuydu gibi bir izlenim oluşmasın; yalnızca, yeni albümlerinde gitarların özellikle vokaller ve ritmlerin arkasında kalarak daha çok "ton" açısından bir ağırlık koyduğu gözüme çarptı. 

Albümü dinlemeden önceki ilk tahminlerim, 2010'da çıkardıkları self-titled albümlerindeki metalcore kalıbına daha sıkı girebilmiş olan o küt sound'u burada da devam ettirmiş oldukları gibiydi. Esasen interlude şeklindeki ilk parça "The March" ve hemen ardından gelen "Faith In Fire" bu konudaki fikrimi bir miktar sarstı, zira bu iki parçada kullanılan senfonik efektleri şimdiye dek hiçbir çalışmalarında duymamıştım. Özellikle albümün üçüncü parçası "Goodbye To Death" bahsettiğim efektler bakımından muazzam örnekler sunuyor karşımıza; inişli çıkışlı klavye trafikleri çok keyifli ama bir o kadar da gerilimli bir hava katmış parçaya. 

Vokal Brandan Schieppati yine hemen her parçada çılgın vokallerinin farkını göstermiş; sanırsam davul tonlarını bile bastırabilen nadir vokallerden biri kendisi fakat bunda tabi miksajın da oldukça büyük önemi var. Bleeding Through'nun her albümünde görebileceğimiz türden sert vokaller diğer enstrümanların bir miktar üstüne çıkıyor, tabi ambiansa ayrı bir rüzgar katıyor mu? Kesinlikle evet! 

14 parçalık bu upuzun albümde her parçanın ayrı bir enerjisi, ayrı bir kuvveti mevcut ve bu albüm bize gösteriyor ki, ister 7. ister 17. albümleri olsun aynı çizgiyi ve kaliteyi sürdürebilecek potansiyeli var bu adamların. Bana kalırsa bu albümde öne çıkan parçalar "Starving Vultures", harikulade piyano girişiyle "Walking Dead", çok sağlam metalcore ataklarına evsahipliği yapan "Trail Of Seclusion" ve "Back To Life" ile ilk çıkan single "Faith In Fire" olarak gözükmekte. Biraz daha heyecan yaratması açısından "Faith In Fire" sizlerle birlikte olsun, bakalım beğenecek misiniz :


En kısa zamanda dinlenilmesi gereken bir albüm olduğunu söylememe gerek yok sanırım; BT'nin sevenleri yine sevecek, tanıyanlar ise pek şaşırmayacak. Tanımayanlar ise -her ne kadar varlıklarına pek ihtimal vermesem de- bu albümle on numara bir başlangıç yapabilirler.

Sonraki yazıya dek, esen kalın...

Parça Listesi :
1.  The March
2.  Faith in Fire
3.  Goodbye to Death
4.  Final Hours
5.  Starving Vultures
6.  Everything You Love Is Gone
7.  Walking Dead
8.  The Devil and Self Doubt
9.  Step Back in Line
10. Trail of Seclusion
11. Deaf Ears
12. One by One
13. Entrenched
14. Back to Life